İstanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır. Parası olmayanların kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. Hele öğlen kalkan yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır.
Öğlen ezanı okunuyordu. Nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar, ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya çalışıyorlardı. Artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. Muavin bagaj kapaklarını kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan uzatıp bağırdı.
"22 numara, 22 numara... ". 22 numara yoktu. Tam o sırada bir ambulans yanaştı yan perona. Ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi.
Muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "Bagaj var mı? " muavin. Adam "yok, ama cenazem var" dedi. Muavin yıkıldı. Çünkü ağzına kadar dolu
bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. Peron zili çalıyor ama Artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. Tabut orta kısma sürüldü, ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. Yolcular cama dayanmış, efkarlı gözlerle izliyordu olan biteni. Terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı buyur etti içeri, otobüs yola düştü.
22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. Müsade isteyip yerine oturdu. Yanındaki yolcu merakını kustu hemen, " Allah rahmet eylesin, yakının mıydı? "
Adam düşündü uzun uzun,
"Mehdi" benim neyim oluyor diye. içini çekip,
" Kardeşim di" dedi. Otobüs köprü üzerinden geçiyordu. Adam içinden, " Mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. Uzun yol başlıyordu.
Adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı. Sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.
" Kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. Adam,
"Tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı"
"Yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı yolcu.
"Kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam.
"Ya nasıl" dedi yolcu.
Uzun bir sohbet başlıyordu, Otobüs istanbul sınırlarından çıkarken.
Mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. Alt koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. Orada kavga çıkınca bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters olduğundan kimse yüzüne bakmadı Mehdi'nin. En dipte benim ranzanın
sağ altına yatırdılar onu. Birkaç ay kimseyle konuşmadı. Yemek yaptı, topladı, çay dağıttı. Havalandırmada yalnız dolaşırdı. Koğuş eğitimlerimize katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.
Anladım ki fraksiyoncu filan değil. Bir harita metod defterine gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. Her koğuş baskınında Jandarma o
defteri bulur yırtardı. Bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. Bir sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya attım. Jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca Mehdi hayretler içinde kaldı.
Ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler yapıştırdığını. Herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme yapıyorudur diye
düşünüyordum. Öyle ya Jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri. Işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. Gözlerime inanamamıştım.
Koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar Beşiktaş ile ilgili haber varsa kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. Resimlerin kimilerinin üzerinde domates
çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş buruşukluktaydı. Ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin altı çizilmişti.
ilginç gelmişti bana Mehdi.
Bir sabah yoklamasında yanında durdum. Pantolunuma soktuğum defteri arkadansıkıştırdım eline. Şaşırdı. Çocuk gibi sevindi. Teşekkür
etmek istedi, konuşmadım onunla. Ajan damgası yiyebilirdim koğuşta. Havalandırmada yolumu kesti.
"Sağol" dedi. Sigara tuttum ona. Çömeldik.
"Kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim.
"Vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi Mehdi.
"Peki anlat o zaman" dedim.
"Kimseye demek yok ama, söz mü" dedi.
"Söz" dedim.
Eylül 80 yılıydı. Malum stad bir tane. Ülke bir savaş yaşıyor ama bizim derdimiz "kapalıyı" kaptırmama savaşı. Akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz kapalının kapısında. Kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde yarım somun ekmek. Baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz Maçka tarafına, Dolmabahçeye, spor sergiye. Ben gece üç gibi Maçkadayım. Motorcular geliyordu aşağıdan. Son seferinde karşıdan grup indirmiş, nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. Bıçkın delikanlıyız o zamanlar, semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. Bir o sokağa dalıyorum, bir bu sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. Allah dedim, çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. On kişiydiler, dayak yerim ama hiç olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi kaçamaya başladılar, bende arkalarından. Meğer benim hemen arkamda Polis varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından koşuyor.
Girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala bana teslim oldular diye havalardayım, Polis arkadan ışık tutunca uyandım, elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye bağırıyor, ben kala kaldım. içimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.
Çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis minibüsünde Gayrettepeye vardık. Nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık. Çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. Nezarette çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan biri. Uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. Durumu anlattım güldü bana. Rakip takımı tutuyormuş, "iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size" dedi. Ağrıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koydum kafayı burnunun üstüne, dağıldı ağzı burnu.
Apar topar çıkardılar dışarı. Tehditler savurdu bana. Hadi lan ikile, koduğumun hırsızı dedim arkasından. Sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker,
teker. Sıra bana geldi. Klasik sorgu odası işte. içim rahat, ifadeyi verip gideceğim maça. Aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya, oturdu
karşımda. Burnu tamponlu, sargı içinde. Noldu lan yetmedi mi dedim. Koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. Sivilmiş meğer, nezaretten
laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.
Diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. Maç gitti, ama asıl giden benim hayatımdı. Asker ertesi gün darbe yaptı. Memurun raporuna göre hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. Darbenin ilk günlerinde kurulan mahkemelere çıkartıldım.
Konuşturmadılar bile. Sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. Her koğuş derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. Bende kimseyle konuşmamaya başladım. Dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler.
Bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse Beşiktaş abuk
subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı, bıktım, ağzımda diş kalmadı.
Otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. Yolcuya kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. ikide bir vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. Adam aşağı indi, bir sigara yaktı. Hava soğumaya başlamıştı. Bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. Ölüler üşümezdi oysa.
Çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. Ananons yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. Meraklı kulaklar dikildi, VCD'de oynayan filmi
kimse seyretmez olmuştu. Adam devam etti.
Mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. Ben. Okumamıştı, ama hayat onu yetiştirmişti. Bize katıl dedim ona. Anlamam o işlerden, sevmem o işleri dedi. Olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış bizimle dedim. Koğuş sorumlumuza durumu anlattım. Ajan olabilir dedi. Ben kefil oldum Mehdi'ye. Oturdu o akşam bizimle. Kısmetsiz Mehdi'nin ilk geceside şanssız başlamıştı aramızda. Okuma yapılacaktı. Zuladan kitaplar çıktı. Herkes harıl harıl okumaya başladı. Yan gözle Mehdi'yi seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. Ama onu bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma yapılacaktı geceyarısı.
Okuma bitti. Bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara yanıt veriyordu. Sıra Mehdi'ye geldi. Ben gözlerimi kapadım, çıkacak cümbüşü ve Mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma gelecekleri düşünüyordum. Koğuş sorumlusu sordu " Mehdi, teoride yenilmek kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi? " . Ben yer yarılsada içine girsem diye düşünürken Mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı tıkadım.
" Bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana kaçacak çok fırsat bırakır. insanın kendi dünyası bencillik üzerine kuruludur. Benlik, bencillikten türemiştir. Teori diye tanımlanan hareket, insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. işte insanoğlu harekete saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. Teoride yenik düşmek, eğer teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. Ben sevdalarıma hiç yenilmedim"
Sessizlik oldu. Kulaklarımı diktim sessizliğe. Felsefenin temel ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. Işıklar söndü, herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. Birkaç gece geçti. Koğuş sorumlusu Mehdi'yi istedi yanına. Ajan olup olmadığını dışarıdan sorgulamıştı. Hiçbir kayıt yoktu. Direk sorgu yapacaktı. Havalandırma sırasında ben, Mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı Mehdi.
"Peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir aşka bağlayıp nasıl sonladın Mehdi " dedi koğuş sorumlusu.
"Siz hiç Beşiktaşlı oldunuz mu? " diye cevap verdi Mehdi ve devam etti.
" Yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. Hayatı eğrisiyle doğrusuyla yaşadık dibine kadar. Ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi
olduk. Bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. Şimdi siz başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. Peki kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz. Veya bu coğrafyada
yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor" diye konuştu Mehdi.
Ben yanılmıştım. Üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum, makalelerim çıkmıştı dergilerde ama Mehdi'nin Beşiktaşlılık üzerine yaptığı küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı olduğunu bana göstermişti. ileriki günlerde Mehdi o bize biraz sığ ve argo jargonu ile
Beşiktaşlılığı anlattı. O zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, Beşiktaşlılık felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. Şimdi anlayabiliyorduk Mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan, seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde Beşiktaş bu kadar sevebilmesini. Çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı yakıyordu ve bağlıyordu beynini.
82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. Kararı çıkan kendi memleketine yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu. Mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar hale gelmişti. Çok idam vardı ve Mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu. Bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan Beşiktaş şampiyonluğa koşuyordu.
Akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken Mehdi bir an önce spor haberlerinin gelmesini bekliyordu. Yaza doğru karar çıktı, devlet düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti Mehdi'nin. Hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. Bu tam bir yıkımdı. Mehdi'yi sakinleştirmek için yanına gittim. Zaten sakindi ama hüzünlüydü.
"Şimdi olacak şey mi bu müebbet. Yani ben bir daha hiç Beşiktaş maçı seyredemeyecekmiyim şimdi? " dedi Mehdi ve devam etti.
"Birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. O benim sevdiğimin farkımda bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim. " Mehdi sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana. Yüzünü anlattı, ellerini anlattı, gülüşünü anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. Beynimde zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne. Söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, Mehdi'nin kızına.
Karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. Artık buralarda kalmasının anlamı yoktu. Nakil istedi. Hemde kimselerin tahmin edemediği bir yere, Eskişehir'e. Ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. Ama Beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. idare seve seve kabul etti,
bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti. Giderken sanki mahpusluğa değil, istanbuldan Es-es deplasmanına giden çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
Otobüs geceyarısı Samsun otogarına girdi. Uykudan ağırlaşmış gözlerde bir hüzün vardı. Bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.
Yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve şoförlerin masasındaydı artık. Biran önce otobüse dönüp Mehdi'yi dinlemek istiyorlardı. Oysa Mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.
"Sonra ne oldu, görüşebildiniz mi? "diye sordu şoför. Adam kaldığı yerden devam etti.
Bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. Üçer beşer yıl yatıp çıkacaktık. Bu sevince birde Beşiktaş'ın Eskişehiri 3-0 hükmen yenip şampiyon oluşuda eklenince, o gece hem Mehdi'yi anmak, hemde şampiyonluğu kutlamak için eğlence tertip ettik. Bir hafta sonra bende ayrıldım oradan. Bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. Ama Eskişehir' den inanılmaz haberler geliyordu. Kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk.
Mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler gönderiyordu bana. Ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık, karalanmış ve silinmiş şekilde. Silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu yine. Küçük bir isyan var diye duyduk Eskişehir'de. içim içimden gitti Mehdi dedim. Birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, heber gelmedi sonraları. Ben tahliye oldum. Mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile. Eskişehirdeki isyanı o başlatmış. O yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı.
Avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi. Çaresiz istanbul'a döndüm. içim içimi yiyordu. Mehdi'yi bulamıyordum. Arkadaşlarını buldum, Beşiktaş'ta. Onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile. Birden karşıma o çıktı. O kız. Mehdi'nin sevdiği kız, Mehdi'yi sordu.
Büyülenmiştim. Konuşamadım bir süre. Bir muhallebicide oturduk, uzun uzun anlattım ona olup bitenleri. Ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça. Sık görüşmeye başladık, bir süre sonra Mehdi'den çok birbirimiz hakkında konuşmaya başlamıştık
Adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. Otobüs Karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı Vakfıkebire ulaşmışlardı. Adam devam etti, "Onunla evlendim. Beşiktaş'ta ev tuttuk.
Mehdi'den haber yoktu. işsizdim. Zor geçiniyorduk. Özal zamanına çabuk uymuştu koğuş arkadaşlarım. Reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular, hepsi yolunu buldu. Mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. Hani o benlik bencilliğe dönmesi, aşkı, sevdası. Nerede kalmıştı o yüce teoriler. Hepsini bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. Çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta, adını koymakta tereddüt etmedik.
" Mehdi"
Onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. Tribün tayfası olmuştum, bir iş buldum sonraları. Kalem katipliği gibi birşey belediyede. Yıllar geçti, Mehdi'den haber yoktu. Kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. Ama ben görmedim. izini sürmeyi bıraktım. Yıllar geçti aradan. Bu sene bir maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür gibi oldum sanki . Saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum, yetişemedim. O muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. Tekrar aklıma düştü Mehdi.
Araştırmaya koyuldum ve buldum onu. Dosyasını çabuk çabuk okudum. Mardinde, Antepte, Bingölde yatmış. Hastalanmış. Yaralanmış. Önceden suç işlediği maddeler Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada Rahşan Hanım affından salıverilmiş.
Demek doğruymuş, oymuş. Sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım. Bulamadım. Ta ki geçen haftaya kadar.
Uyku çökmüştü otobüse. Artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj.
Ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu Artvin. Adam yorgunluktan kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.
Geçen hafta iki polis geldi evime. Polis gelince bir korku aldı beni , mahpusluktan kalma alışkanlıkla. Bir kağıt tutuşturdular elime. istinye Devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. Ne için diye sordum, tesbit dediler. Ceketimi aldım çıktık. Hastanenin bodrum katına indirdiler beni. Morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg bekçisi beni. Çarşafı kaldırdı, yatan Mehdi'ydi. Öylesine yaşlanmış, saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.
"Başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak, kardeşinizmiş, Allah sabırlar versin"
Morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. Yıllardır aradığım adam karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . Evrakları hazırladılar, işlemleri yaptırdım. Ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. Doğum yeri gözüme çarptı Mehdi'nin. Artvin. Ertesi gün onu Artvin'e götürüp gömmeye karar verdim.
"Peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin istanbul'da" dedi muavin.
"Yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya girmesin diye bulaşmadı cenazeye" diye cevap verdi adam.
Artvin otogarına girdi otobüs. Omuzlar üzerine alındı Mehdi. Yukarı mahallede bir camiye götürdüler. Otobüs yolcuları cemaat olmuştu. imam sordu, "Nasıl bilirdiniz? " Hepbir ağızdan "iyi bilirdik" sesi yankılandı.
Yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla Mehdi. Ama aşkı hiç ölmedi.
not: alıntıdır...
|