Partizan Deplasmanı / Kızılyıldız-Partizan Derbisi |
Uzun süredir deplasman tribünü açılmayan Partizan deplasmanına, İstanbul'dan en az 100 kişi ve Çarşı Berlin'in 1 otobüslük organizasyonu haberi ile birlikte Türkiye "yurtdışı" basketbol tarihinin en kalabalık deplasmanı olacağının heyecanı ile hazırlıklara başlamıştık.Forumlarda duyan bilet alıyor sayımız her geçen gün artıyordu, ta ki Partizan kulübü tarafından bizim kulübümüze sadece 25 adet protokol bileti gönderileceği haberi gelene kadar. Son 3 gün kalaya kadar birçok kişi bekledi fakat salona rakip taraftar alınmayacağı yönünde kesinleşen haber ile birlikte birçok arkadaşımız uçak biletlerini iptal ederek Cska Moskova deplasmanına kaydırıyordu. Sayımız düşmesine rağmen benim gibi kararlı olup (zaten böyle olacağını biliyorduk) "İstanbul'dan gidecek olanlar ile Çarşı Berlin ekibi" karaborsa bilet bulma şansımızın bile çok çok düşük olduğunu bilmemize rağmen şansımızı deneyecektik. (Karaborsa bilet bulabilirsek belki salona girer bir köşesinde toplanıp rengimizi belli ederiz , oysa ki bu fikir bile tam anlamıyla çılgınlık hatta intihardı.) Çarşamba sabahı yola çıkan arkadaşlardan bir tanesi İstanbul, diğerinin ise Belgrad gümrük kontrolüne takılması, geçen arkadaşlardan da 3-5 tanesinin yarım saatten fazla bekletilmesi, akşam uçağı ile gidenlerinde sıkıntılar yaşadığının haberi moralimi fena halde bozmuştu. Esasında gidenler olarak malesef organize de olamamıştık. Çarşı Berlin bu sıkıntıyı yaşamamak adına Viyana'da toplanıp 1 otobüs yaparken İstanbul'dan tam anlamıyla "kaç kişi-kimler?" gidiyor bu bile belli değildi. Maç sabah havalimanında buluşup uçağa bindiğimde 5 kişinin konuşmalarından maça gittiğini farkediyordum fakat bu kişilerin tribünle alakası yoktu. Zaten sorduğumda bir dönem basketbol ve bileti bizim kulüpten bu sayede aldıklarını öğrenince moralim bozulmuştu. Protokol adı altında verilen az sayıdaki biletler, bizim gibi hemen hemen her maça gidenler yerine herzaman ki gibi sağa sola tribünle alakası olmayan tanıdık torpillilere verilmişti. Belgrad havalimanı gümrüğünden ben sorunsuz geçmiştim fakat benimle birlikte gelen diğer arkadaşlarım malesef engele takılacaklardı.Çarşamba sabahı gidip bir gündür nezarethanede bekletilen arkadaşın yanına kondukları haberi ile bende daha fazla zaman kaybetmemek için otele doğru yola çıktım. Bizim otelde 15 kişiydik, diğer otelde de bir 15 kişi (Sedat abilerin tayfa) daha vardı. Bizim otel ile bu otel dışında küçük gruplar halinde başka otellerde kalanlar, ev tutanlar ve haberimiz olmayanlar .Çarşamba sabahı giden Asya tayfasından Sedat abinin ve arkadaşlarının kendilerine alabildikleri karaborsa biletleri öğrenen bizim otelde kalan arkadaşlarda ben uçaktayken Partizan stadyumu'na gidip bilet kovalıyorlar ve karşılarına çıkan bir adamdan alabildikleri kadar bilet alıyorlardı. (16 adet) Otelde buluştuğumuzda şöyle bir handikapla karşılaşıyorduk. Sedat abilerin elindeki bilet ile bizim elimizdeki biletin ne rengi tutuyordu ne de başka birşeyi. Her dakika maç saati biraz daha yaklaştıkça sahte bilet endişesi yerini hem polislere yakalanmadan hemde Partizan taraftarına çaktırmadan salona nasıl gideceğimizi alıyor hatta salona girebilsek bile içeride nasıl buluşacağız korkusuda artıyordu.Kimse kimseden sağlıklı bilgi alamıyordu. Bizim otele polisler geldi pasaportları topluyor haberine,başka bir gruptan nereye gitsek bizi polis takip ediyor haberleri ekleniyordu. Havalimanında bekletilen arkadaşlardan 1 tanesi İstanbul'a geri gönderilirken diğer 5 arkadaşa "maça gitmeyeceklerine" dair beyanat verdirildikten sonra ülkeye giriş izni çıkıyordu.Bu habere seviniyorduk fakat maça gitmeme beyanatı bizler için ayrı bir handikaptı. Otellere baskın yapan polisler tarafından alınan pasaport fotokopileri, beyanatlar.. Şimdi de "polisler tarafından yakalanırsak, maç sonuna kadar karakolda bekletilme ve olası pasaportumuza basılacak bir mühür" belki de bir daha yurtdışına çıkışları engelleyecek korkusu eklenmişti. Daha 10 gün geçmemişti Hırvatların Paris'e sızmaları ve Psg'lilerle olan olayları, gözaltılar, cezalar, tutuklamalar vs... Maçın başlamasına 2 saat kala diğer otelden bir arkadaşımızdan "polis şuanda burada; bütün Beşiktaş'lılar bu otele gelsin toplu şekilde sizi maça götürceğiz, deniyor " şeklinde haber gelince açıkcası ben bu haberin tuzak olabileceğini düşünerek otele gitmemeliyiz dedim. Çarşı Berlin polislerce bekletilirken, maça gitmeme beyanatları imzalatılırken, bizi maça götürmek..? Yemezler dedik oteldeki arkadaşlar bir ağızdan... Düşünün bir kısmımızın elinde bilet var (gerçek mi o bile belli değil) otellere baskınlar olmuş,dışarısı karanlık bilmediğimiz sokaklar soğuk ve sağanak yağmur, susmayan telefon trafiğinde devamlı değişen haberler. Yürüyün dedim takımın oteline gidiyoruz hem bizim otele heran baskın yiyebiliriz hemde yöneticilerle birde yüzyüze konuşalım. 3 taksi adam atladık otele gittik. Kapıda bekleyen polis aracına çaktırmadan 2 kişi girip yetkili yönetici ile konuşuldu. "Partizan kulübü, Beşiktaş taraftarına yer vermediği için malesef tribünde belli bir yer olmayacak,zaten bizimde taraftar talebimiz olmamıştı keşke gelmeseydiniz, bizde saha içindeyiz, madem biletiniz var siz en iyisi şimdiden çaktırmadan salona gidin" Özetle basketbol şube sorumlusu bize "siz serseri mayın gibi gidin artık bahtınıza ne çıkarsa" demişti. Tabi bu arada maçın başlamasına 1 saatten az süre kalmıştı, sınırda durdurulan Berlin otobüsüne polisler tarafından "size alınan biletleriniz buraya getirilsin kontrol edelim sonra sizi salona götürelim" denirken ve diğer oteldeki kalabalık grup halen bekletiliyorken münferit olan diğer Beşiktaş'lılardan haberimiz bile yoktu. Bizimde son kararımız artık yapacak birşey kalmadı, kendi başımızın çaresine bakalım diyerek salona gitmek üzere yola çıkıyorduk, "2-3 erli çaktırmadan içeri girip numaralı tribüne yakın pota arkası köşede buluşalım" planı ile... Salona yakın bir yerde taksiden inip 2 şerli yürümeye başladık.Etraf karanlık salonun çevresi Yoğurtçu Parkı gibi, bizi kesenlerin arasından geçerken insan korkmuyor değil. Zaten bir biz kısa boyluyuz,herkes uzun. Etrafta poliste yok. Bir bakıma polistende kaçıyoruz ama denize düşersek sarılacağımız yılanda aramıyor değil gözlerimiz. Otoparkta araba patlatan 2 kişiyi de görünce tüyler diken diken. Sağanak yağmur ve soğuğun tek avantajı bere kapişonla saklanan siyah saçlar yanık tenler. O ara telefon çalıyor ama açıp konuşması tehlike, etrafta Sırplar dolanıyor. Seyyar tezgahta göremiyoruz ki bir tek sivil biz varız. Atkım ve ufak pankart montumun içinde zula. Bir ara telefonla konuşuyorum çaktırmadan, meğersem diğer oteldekiler salona eskortla gelmiş ve içeri girmişler. Bizimkilerin girdiği kapının önünde ambulanslar var denince anlıyorum ki bizim şuanda olduğumuz konum, salonun diğer tarafında. Oraya geçmek için sadece bir yol var, dışarıda bekleyen kalabalık grup arasına dalmadan oradan geçmek imkansız. Valla o ara bizim kapının tarafına nasıl yürümüşüm, geçmişim bende hatırlamıyorum. Ambulanslı olan kapıya gelip baktığımda içeri paso Partizan'lı girdiğini görünce maçın başlamasını mı beklesem acaba derken ağaçların arasınan çıkan 3 arkadaşla kaş göz hareketleri derken kendimizi merdivenlere atıveriyoduk. Polisin bizi didik didik aramaya başlaması ve salona giriş ve o haz anlatılamaz.. Bize ayrılan küçük bir alan, içeride 35-40 kişiyiz. Sert asker veya özel tim çevremizde, ama burnumuzun dibinde bacak aralarını gösteren, parmakla kafa kopartan Sırplar taciz ediyor, gözleri üstümüzde zaten suratlarımızı ezberlemişler, zoomlu fotoğraflar bile çekilmiş. Bağırıyoruz ama adamlar cidden sahaya etkili bağırıyorlar. Maçı da bu baskı kuran taraftarları aldırıyordu. Maç sonu rahatız otele kadar eskort, şehrin çoğu yerinde bekleyen çevik kuvvet. Ertesi gün şehrin değişik mekanlarında bizi tanıyan Partizan'lılar, tebrik ediyorlar "şaşırdık bravo" cinsinden.. Kızılyıldız stadyumunun gişelerinden bilet alırken bizi kesen Delije üyeleri, deplasmana gittiğimiz Belgrad'ta "bize 2 gün önce kafa kesme işareti yapan Partizan'lılarla" deplasman yapmak. Maça giderken bir grup Kızılyıldız taraftarı Partizan'lılara saldırdı bizde karambole aralarında kaldık ama ben o anı videoya çekemedim. Açıkcası Japon turist moduna girip daha da deşifre olmaktan çekindim fakat Partizan turnikelerinin orada bizi tanıyanlar yanımıza geldiler. Cep telefonlarından zoomlu fotolarımızı gösterip yaptığınız büyük iş diyerek tebrik ettiler. Siyah beyaz aşkı "Kızılyıldız fuck you" tezahüratları ile hep beraber içeri girdik.Kızılyıldız ev sahibi olmasına rağmen deplasman tribününe girmemiz onları iyice şaşırtmıştı ve hatta bu sayede 2 gün öncesinden gelen itibarımız bir kat daha artıyordu. Eminimki bizim için "bunlarda nasıl bir cesaret var, manyak heralde bunlar" demişlerdir.. Unutmadan Kızılyıldız gibi bir deplasmanda bile maç boyunca Partizan'ın 2 taraftar grubu birbirlerine devamlı pankart açıp torpil meşale attılar. (Yaklaşık 2000 kişi ayrı bir kafeste) Maç öncesine kadar omuz omuza çarpışıp maç başladıktan sonra ise birbirlerine gider yapıyorlarmış. Zaten maç sonu şehirde de kavga etmelerine denk geliyorduk. Şimdi düşünüyorumda bizim yaptığımız tam bir deli işi, akıl yokmuş cidden bizde.. Maç sonu deplasmanı bekletme diye birşey yok. Stadyum ile şehir merkezi arasında bir büyük ana cadde var, herkes o caddeden gidip geldiği için kimse renk vermiyor. Yürürken bakıyoruz yanımızdan izbandut adamlar sivil şekilde koşuyor, ortama gel diyerek bizde adımlarımızı hızlandırıyoruz.. Zaten nereye gitsek dikkat çekiyoruz..Bu yarmalar bile topukluyorsa bize de uzamak düşer.. Şehre gelirsek Belgrad küçük ve ucuz bir şehir hele gece hayatı, kızları malum. Renkli, seksi, hareketli.. Çok şükür biz yapılabileceklerimizin hepsini kazasız belasız sonuna kadar yaptık. Darısı diğer deplasmanlara, deplasmancılara diyelim...
|