Fener SİYAHLARI SEVER

800 km yolu büyük bir mutluluk içinde Fenerbahçe ve A.Bilbao maçlarını izlemek üzere göze alıp İstanbul'a yola çıkmıştım. Maçın olduğu 30 Ekim 2004 sabahı ise, Göztepe'deki bir arkadaşımın evinde erkenden kalkıp üstüme özenle çubuklu formamı ve dişi kartal polarımı geçirdim. Tırnaklarımı, uğurum olarak gördüğüm siyah ve beyaza da boyayınca artık hazırdım. Daha fazla evde durmayıp semte inmeli, her maç öncesi inanılmaz büyüleyici bulduğum o semt havasını saat çok erken bile olsa içime çekmeliydim.

Dolmabahçe'de işporta atkı, şapka satanların yanından geçmeli, 100.yıl heykelini görmeli, Mis Cafe'ye girmeli, "Balıkçılar Pazarı"nın önünden geçmeliydim. Kısacası semti tüm ruhuma sindirmeliydim. Semt, benim oradan ayrı kaldığım zamanlarda fotoğraflarına bakınca tüylerimin ürpermesine neden olan bir coğrafyaydı. Televizyonda görünce ekrana yapışmama neden olurdu. Beşiktaş semti benim kendimi ait hissettiğim iki yerden biriydi bu gezegen üzerinde. Ve artık oraya yaklaşık bir seneden sonra varmama az kalmıştı. Yenilenmiş stadımızı ilk kez görecektim. Daha neden evde vakit kaybediyordum ki? Üç beş lokma bir şeyler atıştırıp kendimi tek başıma Kadıköy iskelesine doğru giderken buldum, evinde kaldığım arkadaşımla vedalaştıktan sonra. Üstümdeki her şey tepeden tırnağa zaten siyah beyaz olduğu için bir süre sonra iskele önünde toplanan bana bakmakta olan az sayıdaki sarı lacivertli grubun yakınından geçerken neler olacağını kestirerek yürüdüm geçtim. Beşiktaş'a yönelik küfürlerine "Maç sonunda Beşiktaş verecek cevabı size" gibilerinden bir şeyler dedim… Senelerce yurdundan uzakta yaşayan biri vatanına geri döndüğünde ilk kez nasıl bir sevinç yaşarsa o duygularla bir oh çekerek yüzümde bir tebessüm ile atladım iskeleden. Çünkü artık canıma can katan, sevdalısı olduğum Beşiktaş'taydım. Maç spikerlerinin "yazdan kalma bir gün" diye tarif ettiği günlerden birini yaşıyordu İstanbul. Ve ben bu güneşli günde elimde makinem ile semtin güzelliklerini ölümsüzleştirme çabasındaydım.. İnönü'yü tekrar gördüğümde içim yine bir hoş oldu. Sevgiliyi uzun süre sonra tekrar gören aşık gibi uzun uzun bakıyordum benim için kutsal İnönü'ye. Ne kadar da özlemiştim statta olmayı. "Bir an önce girsek de içeri maç başlasa" diye zamanın hızla akıp geçmesini bekliyordum. Dişi Kartallar grubunun diğer üyeleri de birer ikişer dökülmeye başlamıştı. Çok özlemiştim bu kızları. Nurgül Başkan, Perihan, Derya , Elvan ve diğerleri gözümde tütüyordu uzun zamandır… Muhabbet, takımın son durumu derken ilerleyen saatlerde kızlarla eski açığa girdik. Yeni dişi kartallar katılmıştı aramıza, kalabalıktık, onlarla da tanıştım. Artık hepimizin tek beklediği maç saatiydi... "Fener Siyahları Sever" ve "Türkiye Cumhuriyeti'ne hoş geldiniz" İnönü'de kolaylıkla göze takılan pankartlardandı.

İçimde takımımıza karşı o gün öyle bir güven vardı ki, maçı alacağımıza yürekten inanıyordum. Evet, belki ligde kötü gidiyor olabilirdik ama ben bu maçın lehimize biteceğini hissediyordum. Hem yenilsek de biz Beşiktaş'ı sevinmek için sevmeyen taraftar grubuna dahil olduğumuz için yine desteklemeye devam ederdik takımımızı. Tel örgünün yerini polislerin aldığı, Mustafa'nın "doğan"ken "kartal" olduğu, kapalıya sıkılan biber gazı yüzünden eski açıkta olan bizlerin bile uzun süre öksürük krizine girdiği bu maçın sonunda 10 kişi de kalsak , rakibimize oranla daha üstün oyunumuzla maçı John Carew ve Mustafa Doğan'ın golleriyle 2-1 almıştık. Kafamda 4 Kasım'daki A. Bilbao maçı,mutluluktan uçmuş bir halde yarı kısık sesimle tezahüratlar eşliğinde stattan ayrılmanın zamanı gelmişti artık…

ÖzGeAgLe48