BİR AVUÇ HÜZÜN

Ümraniye’de toplandık her zamankinden farklı olarak. İstanbul içinde bir deplasman sayılan uzak diyarlarardaki stada gitmek üzere. Sanki Kazan’ın yanında gibi dolandıkça eşe dosta rastlayıp selamlaşıyor, muhabbet ederek takım otobüsünün çıkışını bekliyoruz. Hafta içinde Forza’da yapılan araç listesinden fazlası mevcut Ümraniye’de. Öyle ki; tesisin önünde trafik tek şeride kadar düşüyor. Saatler maç saatine yaklaştıkça herkeste bir sabırsızlık başlıyor, tezahüratların coşkusu daha da yükseliyor. Takım otobüsü çıkıştaki sevgi selinin arasından süzülüp yola koyulunca biz de peşi sıra diziliyoruz bayraklarımızla. Havanın güzelliğinde millet belki de piknikten dönerken biz şehrin bir ucuna doğru yol alıyoruz şikayetsiz. Bizim takıma konvoy maksadıyla çıktığımız yolda bir an İstanbul B.Ş. Belediye takım otobüsüyle yollarımız kesişmesi ise ilginç bir tesadüf oluyor.

Uzak stadın yolları tenha çok şükür. Bir nefeste yakınlarına ulaşıyoruz. Otoparka girene kadar kısa süreli bir hengame sonrasında arabamızı nereye park ettiğimizi bilemeden stada giriyoruz. İnsan bir harf, sayı ile işaret koyar. Her çıkışta döne döne aradığımız arabayı bu sefer bir otobüsün yamacına koyup işimizi kolaylaştırmanın rahatlığıyla içerideyiz. Bize ayırılan kale arkasının tamamı dolu. Kapalı tribünü doldurmanın imkanı yok. Zaten milletin gözü korkmuş bu stattan. Yönetimimizin de otobüs ayarlamak gibi bir şey aklının ucundan geçmeyince on beş bin civarında kalıyor sayımız. Yukarıları doğru çıktıkça esen rüzgarı daha çok hissederek üşümeye başlıyoruz. Beşinci dakikadan eski dosttan gelen golle başımızdan aşağı kaynar sular dökülünce ısınıyoruz biraz. Allahtan alışığız geriden gelmelere. Nitekim beraberliği bulmamız çok uzun sürmüyor.

İlk yarıda rüzgarın da lehimize olması sebebiyle devreyi önde kapatarak soyunma odasına gitme arzusuyla saldırarak gole giderken hiç beklenmedik bir şekilde kırmızı alıyor gözümüzü. Gol beklediğimiz ayaklardan birini kaybederek tamamlıyoruz devreyi. İkinci yarıda oyuna girecek birilerinden medet umarken tek değişiklik kale için oluyor. Anlıyoruz bir de kalecimizi kaybetmişiz iki ara bir dere. İkinci yarı oyun sıkıştıkça sıkışıyor, Ertuğrul hoca da bizimle beraber bu sıkışan oyunu izleyerek sekseninci dakikayı buluyoruz. Geriden gelmelere alıştığımız gibi son dakika gollerine de alışığız ama papaz her zaman yediğinden yemiyor bu sefer. Bizden daha çok golü koklayan İstanbul Belediye’nin işçileri golle buluşuyor ve üç puanla birlikte hayalerimizin bir kısmını alıp Olimpiyat rüzgarıyla savuruyor.

Üçüncü kez geldiğimiz Olimpiyat Stadı’ndan yine aynı skoru görerek fakat bu kez boynu bükük taraf olarak ayrılıyoruz. Ayrılıyoruz lafın gelişi, bu stattan ayrılmak için epey engel aşmak gerekiyor. İlk aşama bariyerleri atlayarak arabamızın park edildiği yerin yakınlarına ulaşmak. Loş ışıklar altında birbirimizi kaybetmeden ilk aşamayı geçip işaret aldığımız otobüsü arıyoruz. Onu da kısa sürede bularak arabamıza kavuşup içinde beklemeye başlıyoruz sonra. Kum saati gibi çözülen otopark sonrası ince yollarda inci gibi dizilen arabaların ışıkları aydınlatıyor yolları. Bir sağ bir sola tepeleri aşmaya çalışıyoruz. Yollarda yürüyenleri gördükçe merak etmeden buramıyoruz istikametlerini. En yakın tüten baca kim bilir hangi tepenin ardında. Biz tozun toprağın arasında yolumuza devam ederek medeniyete ulaşmanın peşindeyiz. Sonrasında İstanbul tabelası ile ayrılacağız inşallah bu stattan. Bir taksicinin yardımıyla birinci köprü yoluna atıyoruz kendimizi adam akıllı yollara kavuşmamız hakemin bitiş düdüğünden neredeyse bir saat sonrasını buluyor.

Kritik viraj demiştik Fener maçı öncesindeki üç karşılaşma için. Sonuncusunda tökezledik. Şimdi öyle iki maç var ki önümüzde ‘tamam mı devam mı’ niteliğinde. Avrupa sevdalısı Fener’i yenmekten başka çare yok. Olmaması için bir sebep de yok. Hala bu yarışın içindeyiz ve sonuna kadar var olmak içinde üç puandan başka seçenek yok.


İstanbul Belediye : 2
BEŞİKTAŞ J.K. : 1

BADEM