SON MAÇ

"Welcome to Hell" yazılı bir pankart asılıydı Olimpiyat stadyumunun bir köşesinde. Eskiden Ali Sami Yen için kullanılan bu deyime önceleri gülüp geçerdik ama Pazar gününün sonrasında 'deyim yerini buldu'. Cehennem sıcaklığından degil tam aksine buz kesen soğuklugundan ve yollardakı eziyetten dolayı çekilen azaptan ötürü.

Sabahın sekizinde kalkıp da hazırlandığımı gören annem uykulu ve şaşkın gözlerle bana bakarak "Oğlum nereye?" diye sorunca ne diyeceğimi şaşırmıştım. Maça gideceğimi söylemem annemin beklediği cevap değildi elbette. Bunu o da biliyordu fakat İstanbulda 19:00 da başlayacak hiçbir maç için sabahın dokuzunda evden çıkmamıştım. Otobüslerle erkenden götürülme mevzusunu anlattım bir çırpıda ama yine de kadıncağızın yüzündeki endişeli ifadeyi kaybettiremedim. Çantamın içine pankartın yanına yedek kıyafetlerimi yerleştirip yolda da ekmek arası bir şeyler yaptırdıktan sonra 09:45 vapurunda arkadaşlarla buluştuk. İnsanların garipseyen bakışları yetmiyormuş gibi bu sefer de çay getiren amca neden bu saatte maça gittigimizi öğrenmeye çalıştı.

Beşiktaş'a indiğimizde çarşıda etraf çoktan siyah-beyazlı renklere bürünmüştü. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen demlenenler bile vardı. Kazan'ın orada birkaç arkadaşla daha buluştuktan sonra İnönü stadına eski açığın önüne gittik. Kapalının karşısına sıra sıra körüklü otobüsler dizilmis bizi bekliyordu. Yalandan bir polis araması sonrasında sıkıs tıkıs otobüslere bindik ve ikişer milyon da yol parası verdik. Gırgır şamata giderken sokaktaki herkes bize el sallıyordu. Camlardan sarkan atkılar uçuşurken içerde de herkes kafasına göre bir tezahürat patlatıyordu. Bir yere kadar keyifli geçen yolculuk kırk beş dakikadan sonra yorgunluk belirtileriyle yerini sıkıntıya bıraktı. Zaten yol da kalmamıştı, yavaş yavaş sehirden uzaklaşıyorduk. Etrafta bırakın insanı az sayıda bina ve inek, horoz vs. den başka bir şey yoktu. Bir süre sonra onlarda kalmadı ve bozkır bir alanın ortasında uzanan yolda ilerlemeye devam ettik. Stada vardığımızda herkes hemfikirdi: "Ulan bu Allah'ın dağına kim gelir?!"

Sıkış tıkış bindigimiz otobüsü çabucak terk ettik ve iner inmez bir toz bulutunda kaybolduk. Zar zor nefes alarak kapıyı bulduk ve biletimizi göstererek içeriye girdik. Bırakın uzak kaleyi önümüzdeki kale bile reklam panoları yüzünden yarım yamalak gözüküyordu. (Bu yüzden üç golü de anlayamadık doğru dürüst. Atak yaparken de oyuncuların nerede oldugunu kestiremedigimizden sık sık "Vur lan!" sesleri geliyordu tribünden, halbuki derinlik olmadığı için kestiremiyorduk) Tuvaletlere gittigimizde alışık olmadığımız bir sistemle karşılaştık, pisuar falan yoktu ortada ve millet yalak sistemiyle duvara işiyordu. İngilizlere özenmisiz herhalde. Pankartları asmaksa başlı başına bir problem oldu. Kadiköy'de duvara tırmanıp asmak bile daha kolaydı. Bendeki göbek engeli bahanesiyle bizimkine attim topu, o da sag olsun cambaz kesildi yine ve büyük bir çaba harcayarak asıverdi pankartları.(Kuvvetli rüzgar ve tellere tırmanmanın zorluğu cabasıydı) Geldik, girdik, astık derken saatler epey ilerlemiştir diye düşünüyorduk ki maça daha dört saat oldugunu fark edince yıkıldık. Çünkü günes tepemizde duruyordu ama rüzgara karşı gelemiyordu sanki. Kale arkası tribünlerinin en alt ve en üst katlari arasında mevsim farkı vardı neredeyse.Kuvvetli rüzgarla birlikte hava her geçen dakika dahada soğuyordu. Maç öncesi önümüzden geçen ÖzCimBomLu Sezgin bize biz de ona el sallarken, "Ayağa kalkmayan Fenerli olsun!" tezahüratlarımıza tekerlekli sandalyesinde ellerinin üzerinde yükselerek karşılık vermesi alkış topladı.

Maç sonunda esas eziyeti çektik. İki saate yakın bekletilirken tek eğlencemiz küçük çocukların boş sahada deli danalar gibi koşuşturmasıydı. Dışarı çıktığımızda karşılaştığımız manzara "Nazi" kamplarından kaçışı andırıyordu. Varolan on kadar otobüse yaklaşık dört bin kişi saldırmış, herkes bir şekilde kendini bir otobüse atmaya çalışıyordu. Giren girer kalan sağlara kolay gelsin hesabı, tabana kuvvet yürüyenler vardı, nereye nereden gideceklerini bilemeden.. Hani bir söz vardir 'Ankara'nın Dikmen'i, bir daha gelirsimler s... beni' hesabı diyerek tövbemizi bozmayı seneye devrediyoruz.

NOT: Askerliğim sebebiyle bir süre tribünlere veda ediyorum. Belki altı ay belki de bir yıl. Bu süre zarfı içerisinde yüreğim ve aklım daima Beşiktaş tribünlerinde olacak. Bu tribünlerin kiymetini bilin ve tadını çıkartırken hakkını da verin. Sadece güzel günlerde degil her zaman BEŞİKTAŞ diye haykırın,sağlıcakla kalın..

BADEM